Schopenhauer, 19. yy erken döneminde insanı; ufka ulaşmaya çalışan, dalgalı bir denizdeki tekne

Schopenhauer dan fazlasıyla etkilenen Friedrich W. Nietzsche ise, ezginin sadece bitişiyle anlam kazanacağını öne sürerek; insanın önünden ufuk çizgisini kaldırmıştır. Böylece insanlığın umut kırıntılarını yok ederek, tamamen pesimist ve karanlık bir denize hapsetmiştir onu. Kendine ait sadece bir teknesi vardır; ve bu onun karakterini sembolize eder. Mutlak bir kurtuluştan söz etmek imkansızdır. ustasının nihilizmini, radikal bir biçimde sertleştirir. Ona göre insanın bir kurtuluşu mümkünse bu ancak dibe batmakla gerçekleşecektir. Bu da 19. yy geç dönemin yeni yükselen bireyselciliğine göndermedir.
20. yy a gelince ise, Sartre insanın altından tekneyi de almış; onu karanlık ve dalgalı bir denizde çırılçıplak bırakmıştır. tıpkı tanrının da yaptığı gibi. Bu durumda kurtuluştan kesinlikle bahsedilemez. tek bir gerçek vardır; bu da varoluş durumunu ne kadar sergileyebildiğimizdir. Ya da Shakespeare in deyimiyle "olmak ya da olmamak" dır. Ya da Can Yücel in Hamlet çevirisinde kullandığı gibi; "bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?"
Bulantı da bu açıdan okunabilir bir eser. İnsanın, nesneler ve objeler dünyasındaki sırıtışı gibi; aslında yabancı kaldığımız bu dalgalı bütünlükte sürekli bir çırpınma hali; tüm bu kalabalık cisimlerin arasında bulantı geçirmemiz, boğulmamız gibi. Rijit ya da sümüksü olmamıza göre dış dünyanın bize tepkisi gibi. Boğulmak ya da boğulmamak gibi.